“Tomris… Adının anlamı bile bir asalet, bir cesaret, bir savaş ruhu taşıyan, Türk edebiyatına damga vurmuş bir öykücü ve çevirmen. Efsanelerdeki o güçlü kadın, kraliçe, ordulara hükmeden savaşçı… Belki de bu yüzden her şair ona dizelerini adarken, sadece bir kadına değil, tarihin göğsünde yankılanan bir güce sesleniyor.”
1960’ların Türkiye’sinde kadınların rolü toplumsal beklentilerle sınırlandırılmıştı. Oysa Tomris, o sınırları aşmayı göze alan, kendi ayakları üzerinde durmaya kararlı bir kadındı. Edebiyat dünyasında ve şairlerin kalbinde böylesine derin bir iz bırakmasının en büyük sebeplerinden biri de belki bu özgürlüğüydü. Tomris, sadece varlığıyla bile etrafındaki insanları etkileyen, kalabalıklar içinde yalnız duran bir kadındı. İşte bu “başka türlü olma hali” şairleri ona doğru çeken bir mıknatıs gibi çalıştı.
“Onu ilk gördüklerinde belki anlamadılar; ama zamanla fark ettiler ki Tomris, yalnızca güzel bir kadın değil, ruhunun derinliklerinden taşıp gelen bir özgürlük çağrısıydı. Bir çiçek kadar kırılgan, ama aynı zamanda bir dağ kadar güçlü…”
Onun hayatına giren şairler, hep farklı dönemlerde, farklı duygularla geldiler; kimileri onu kazanmaya çalıştı, kimileri onu kaybetti ama hepsi, Tomris’in ruhuna olan hayranlıklarını şiirlere dökerek ölümsüzleştirdiler.
Ülkü Tamer: İlk Aşk, İlk Yoldaşlık
Tomris, 1963 yılında genç bir yazar olarak Ülkü Tamer’le evlendi. Ekin adında bir kızları oldu. Ancak 1964’te kızları sütten boğularak vefat etti. O zamanlar ikisi de hayata dair büyük hayalleri, birbirlerine karşı derin sevgileri olan iki gençti. Fakat zamanla, ikisinin de edebiyat serüveni ve dünya görüşü birbirlerinden farklı yönlere çekilmeye başladı. Ülkü Tamer, daha sakin, daha dengeli bir hayat isterken, Tomris Uyar; hayatı keşfetmek, yazmak ve her şeyden önce özgürlüğünü korumak istiyordu. Bu farklılıklar ve yaşadıkları trajediler sonucunda evliliklerini sona erdirdiler. Ayrıldılar, ama aralarındaki saygı ve dostluk devam etti. Ülkü Tamer, Tomris’e dair duygularını şu dizelerle dile getirdi:
“Öylesine bağlıydık ki birbirimize
Bizi ayıran tek şey hayallerimiz oldu…
Bu ayrılıktan sonra Tomris, kendi yolculuğuna kaldığı yerden devam etti; ama Ülkü Tamer, hayatının ilk önemli yoldaşı olarak onun kalbinde derin bir iz bıraktı.
Cemal Süreya: Ayrılıkların Şairi
Ülkü Tamer’den ayrıldıktan sonra, Cemal Süreya ile tanıştı Tomris. Cemal’in ona duyduğu tutku, hayranlık ve derin sevgi dillere destandı. Cemal, Tomris’e karşı hep coşkulu, biraz da kıskançtı. Bu yoğun aşk, Süreya’nın şiirlerine ateş gibi yansıdı. Tomris’in özgürlüğüne olan düşkünlüğü, Cemal’in tutkulu bağlılığıyla çarpıştı ve bu çarpışmanın sonunda Cemal, dizelerinde Tomris’i ölümsüz kıldı:
“Üvercinka” ve “Tomris” adlı şiirlerinde, Süreya’nın aşkına dair her şeyi bulmak mümkündü. Cemal’in ona duyduğu hayranlık, bazen kıskançlığa, bazen de Tomris’i asla sahiplenemeyeceğinin hüznüne dönüştü:
“Laleli’den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil”
Tomris’i, başka bir kadında bulamayacağını bilen Cemal Süreya, onu hiçbir yere sığdıramadı. Tomris’in kalbindeki özgürlüğü anlayamayan, ama her cümlesine tutkuyla bağlanan Süreya, o aşkı ancak dizelerde yaşatabildi.
Turgut Uyar: Göğe Bakan Şair
‘1966 yılında ben zaten Cemal Süreya’dan ayrılmak üzereydim. O da eşinden ayrılmıştı ve İstanbul’a gelmişti çocuklarıyla. Burada tanıştık. Asıl tanışmamız herhalde o, çünkü o zaman daha bir yakın oturup konuşma fırsatını bulduk ve mektuplaşmaya başladık. Bu mektuplar önce sadece şiir üzerineydi. Hâlâ duruyor bende. Genellikle onun şiir üzerine düşünceleri, benim onun şiirleri üzerine düşüncelerim… ‘’
Turgut Uyar… Tomris’le tanıştıklarında şiire ara vermişti. Tam 7 yıl süren bu ara Tomris’in ona ilham olmasıyla, onu cesaretlendirmesiyle sona erdi. Onun Tomris’e olan sevgisi, belki de Tomris’in hayatındaki en derin izlerden birini bıraktı. Turgut Uyar, Tomris’e yalnızca âşık değil, aynı zamanda onunla bir ömür geçirmek isteyen bir adamdı. Tomris, Turgut’ta kendine yakın bir ruh, kendini tamamlayan bir parça buldu. İkisi birlikte bir süre sonra aynı evde, aynı hayatı paylaşarak yaşamaya başladılar. Turgut, “Göğe Bakma Durağı”’nda Tomris’e olan aşkını gökyüzü metaforuyla ölümsüzleştirdi:
“İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım.”
Tomris ve Turgut, birbirlerini hayatlarının merkezine koyarken, aynı zamanda birbirlerinin özgürlüğüne saygı duydular. Belki de Tomris’in Turgut Uyar’a duyduğu aşk, içindeki o dingin huzurla harmanlanmıştı. Turgut, Tomris’in özgürlüğüne asla müdahale etmeden onu sevdi, korudu ve ona ruhuyla eşlik etti. Bu aşk, Tomris’in hayatında hep farklı bir yerde durdu. Ancak Turgut Uyar’ın kaygıyla, kaybetme korkusuyla sevmesi bu aşkı yıprattı. Tomris, Turgut Uyar hakkında şöyle demiştir;
‘’ Turgut, her an elinden kaçıracakmış gibi gereksiz bir kaygıyla yıpranacak; ben de hiçbir rekabetin söz konusu olmadığı bir alanda, boyuna birinci seçilmekten yorulacaktım ‘’
Edip Cansever: Ulaşılamayan Güzel
Edip Cansever, Tomris’e hayranlıkla ve biraz da uzak bir sevdayla bağlıydı. Tomris’i bir dost, bir sırdaş gibi sevdi, ama aynı zamanda onun hiç kavrayamayacağı özgürlüğünden korktu. Tomris, ona biraz uzak, biraz da büyülüydü; tıpkı dizelerinde sözcüklere gizlenen bir metafor gibi. Tomris’in içindeki keşfedilmemiş dünyanın büyüsüne kapıldı.
Edip, belki de bu yüzden Tomris’e aşık oldu: Tomris’in ruhundaki özgürlüğü asla tamamen anlayamayacağını biliyordu. Biraz uzağında durarak onu izledi, ona hayran kaldı, ona dokunamasa bile onun yanında olmaktan memnuniyet duydu. Tomris, Edip’in dizelerinde daima gizemli bir “karanfil” gibi kaldı; güzel, zarif ve erişilmez.
“
Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele.
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
Birleşiyoruz sessizce.
“
Tomris’in Cevabı: Kendi Hayatının Kahramanı
Tomris, bu dizelerin arasına sığmadı. Şairlerin ona adadığı satırların ötesinde, hayatını kendi kurallarıyla yaşadı. Bir aşkın öznesi olmaktan çok, kendini bulmanın yollarını aradı. Şairler ona âşık oldular, ama Tomris, önce kendine âşık olmayı seçti. Belki de onun ruhuna dokunan şairler, onu bu yüzden dizelerinde hapsetmek istediler.
Bir röportajında, hayranlıkla sorulan “Bu büyük aşkların kadını olmak size nasıl hissettiriyor?” sorusuna şöyle cevap verir:
“Ben o şiirlerin kadını değilim. Ben kendi hayatımın kadınıyım.”
Tomris, hayatına giren erkeklerin aşkını dizelerinde yaşattığı kadar, onları kendi hayatının yanında bir konuk gibi ağırladı. O, kendi dünyasında özgürdü; belki de bu yüzden, o şairlerin dizelerinde hep “özlenen kadın” olarak kaldı. Tomris’i her biri farklı bir şekilde sevdi; fakat hiçbiri onu tamamen “anlayamadı.”
Bugün onun öykülerini okurken, şairlerin dizelerindeki o ulaşılmaz kadınla buluşuyoruz. Biraz yarım kalan, ama kalıcı olan o aşk hikâyelerinde hepimizden bir parça var. Kim bilir, belki Tomris de bir dizede, bir öykünün tam ortasında, bizi selamlıyordur…
ESRA ÖZTÜRK